Bazen bir sabah uyanırsın, haberlerde bir köşede şehitlerimizin fotoğrafları vardır. Yine ocaklara ateş düşmüştür. Aynı gün sosyal medyada bir aslanın vahşice öldürüldüğünü görürsün. Gözlerini kapatmak istersin ama kapattığında da ağaçların yanma görüntüsü kazınır hafızana.
Ülkem güzelsin… Dağın taşın, denizin, gökyüzün. Ama içimiz hep hüzünlü. Çünkü senin güzelliğin her gün biraz daha hoyratça yok ediliyor. Çocuklarımız nefes alamayacak bir dünyaya doğuyor, ormanlarımız kül oluyor.
Bir yanda iklim kanunu çıkarıldı diye manşetler atılıyor. Ama kimse sormuyor: Bu yasa hangi sağlam altyapıya dayanıyor? İklim kriziyle mücadele etmek, sadece kağıt üstünde bir kanun numarası ilan etmekle olmaz. O kanunun altında uygulanabilir politikalar, denetim mekanizmaları, bütçe ve irade olmadıkça, hepsi göz boyamaktan ibaret kalır.
Her yaz daha çok yangın çıkıyor, her sene barajlarımız biraz daha kuruyor. Ama hâlâ orman yangınlarına karşı kalıcı bir önlem planımız yok. Hâlâ enerji dönüşümü lafta kalıyor, fosil yakıt bağımlılığı sorgulanmıyor. Yıllardır “stratejik plan” diye sunulan belgeler rafta tozlanırken, toprağımız, suyumuz, havasız kalan çocuklarımız bunun bedelini ödüyor.
Diğer yanda hayvanlar birer “mal” gibi görülüp öldürülüyor, ölenin can olduğu unutuluyor. Bir sanatçının, yazdığı bir cümle, söylediği bir şarkı “tehlikeli” ilan ediliyor.
Bizler bu ülkede yaşamayı sevdik. Çünkü umut etmeyi sevdik. Ama artık her haber başlığı biraz daha vicdanımızı aşındırıyor. Her kayıp, her yas, her susturulan nefes biriktiğinde, geriye koca bir hüzün kalıyor.
Belki de asıl güzellik, bir çocuğun korkmadan büyüdüğü, bir ağacın yanmadığı, bir hayvanın öldürülmediği, bir iklim yasasının gerçekten uygulandığı topraklarda saklıdır.
Biz hâlâ orayı arıyoruz. Hâlâ umudu terk etmiyoruz. Ama biliyoruz ki içimizdeki bu hüzün, o güzelliği bulana dek dinmeyecek.
Bir Yorum Bırakın