Bir sabah, avuç içimde bir kelebekle durdum zamanın karşısında. Kanatlarında geceyle gündüzü taşıyan o narin canlı, öylece uyuyordu elimde. Hafif bir esintiyle gözlerini aralar gibi yaptı. O an fark ettim: Uyanan sadece kelebek değildi… Ben de uyanıyordum.
Bugün kelebek evindeydim. Sanki doğa bana bir ayna tutuyordu. Her renkte kanat, her hafif çırpınış bir şey fısıldıyordu kulağıma: “Her kadın kendi kelebeklerini uyandırır bir gün.” Kimisi anne olunca, kimisi bir hayali için kabuğunu kırınca, kimisi sadece ‘artık hazırım’ dediğinde…
Benim kozam uzun sürdü. Kimi zaman karanlıktı, kimi zaman sessiz. İçinde kaybolduğumu sandığım anlar oldu. Ama sonra… Sonra Uras’ın gülüşüyle, toprağın kokusuyla, bir kelebeğin kanat sesiyle yeniden kendimi duymaya başladım. Ve anladım ki: Kelebek olmak, uçmak değil yalnızca. Büyümeyi, beklemeyi ve kendi iç ışığını bulmayı da öğrenmek demekmiş.
Bugün o kelebeği elimde tutarken, onunla birlikte içimdeki kadını da uyandırdım. Güçlü, sabırlı, narin ama kökleri derinlerde bir kadın… Artık uçmaya hazır.
“Her kadın bir kelebeği uyandırır. Bazen dışarıda, bazen kendi içinde.”
Bir Yorum Bırakın