Türkiye’de genç olmak…
Umutla yüklenmiş ama belirsizlikle sınanmış bir kimlik adeta. Üniversite sıralarında başlayan hayaller, mezuniyetle birlikte “şimdi ne olacak?” sorusuna dönüşüyor. Ne eğitim sisteminin sundukları tam olarak yetiyor, ne de iş dünyası gençlere ihtiyaç duydukları fırsatları sunabiliyor. Ama yine de her şeye rağmen; susmayan, sorgulayan, üreten ve yeni yollar arayan bir gençlik profili var karşımızda.
Bugün gençler sadece geçim derdiyle değil, aynı zamanda ifade özgürlüğü, dijital sansür, eğitim fırsat eşitsizliği ve geleceğe dair belirsizliklerle mücadele ediyor. “Yurt dışına gitmek istiyorum” cümlesi artık bir lüksün değil, bir kaçışın ifadesi haline geldi. Ancak bu kaçış fikri sadece fiziksel bir göç değil, zihinsel bir uzaklaşma da yaratıyor. Gençler, kendilerini karar alma mekanizmalarının dışında görüyor ve seslerinin duyulmadığını düşünüyor.
Fakat bu tabloya rağmen göz ardı edilemeyecek bir gerçek daha var: Türkiye’nin genç nüfusu büyük bir potansiyel barındırıyor. Girişimcilik, dijital üretim, sanat, bilim ve gönüllülük gibi alanlarda yaratılan küçük ama etkili hareketler, bir kuşağın yalnızca kayıp değil; aynı zamanda kurucu olabileceğinin işaretlerini veriyor.
Siyasetçilerin ve karar vericilerin yapması gereken artık çok net: Gençliği bir “hedef kitle” olarak değil, ortak aklın bir parçası olarak görmek. Eğitimde reform, fırsat eşitliği, ifade özgürlüğü ve nitelikli istihdam politikaları olmadan bu potansiyelin heba olması işten bile değil.
Çünkü bugün “şartlar böyle” denilerek yalnız bırakılan gençlik, yarın bu ülkenin en büyük değişim gücü olacak. Ve o zaman “bu gençlik nereden çıktı?” diye sormamak için, bugün onların sesine kulak vermek gerek.
Bir Yorum Bırakın