Türkiye’de yasa yapım süreçleri bazen hayatlarımızın orta yerine düşen taşlar gibi olur. Sessizce suya bırakılır, ama halkaları büyür, büyür ve bir bakmışsınız, siz de içindesiniz.
TBMM’den geçen 10. Yargı Paketi işte tam da böyle bir taş. Deniyor ki, “yaklaşık 19 bin hükümlü tahliye edilecek.” Durdum. Yutkundum. Soru şu: Bu gerçekten bir adalet reformu mu, yoksa toplu bir af mı?
Elbette cezaevlerinin doluluğu bir sorun. Elbette hasta mahkûmlar, yaşlılar, anneler için insani uygulamalar olmalı. Ama bu kadar çok kişiyi bir anda tahliye etmek, toplumun psikolojisini hiç mi önemsemiyoruz?
Ben bir anneyim. Dışarı çıktığımda çocuğumun elini sıkı tutuyorum artık. Ne zaman haberlerde bir kadına şiddet, bir çocuk istismarı, bir cinayet duysam, “Acaba bu da erken salıverilenlerden biri mi?” diye düşünmeden edemiyorum.
Suçun adı neydi? Cezası neydi? Islah oldu mu? Denetim mekanizması ne kadar güçlü? Bunların hiçbirini tam olarak bilmiyoruz. Sadece bir rakam: 19 bin kişi.
Bir kadın olarak soruyorum: Bugün adalet kim için çalışıyor? Hakkını arayan kadınlar için mi, yoksa cezasını çekerken sistemin kıyısından dönüp kolayca çıkanlar için mi?
Bu düzenlemelerle birlikte, “suç işleyenin yanına kâr kaldığı” inancı biraz daha mı yerleşecek içimize?
Adaletin, toplumun vicdanıyla bu kadar ters düşmemesi gerekmez mi?
Bu ülkede birçok kadın, her sabah “Bugün başıma bir şey gelmeden evime dönebilecek miyim?” korkusuyla yaşıyor. Bu ülkede anneler, çocuklarını korumak için bazen kendilerini feda ediyor. Ve biz, adaleti böyle mi inşa edeceğiz?
Yargı paketleri sadece kanun maddeleri değildir. Onlar, halkın geleceğe duyduğu güveni şekillendirir. Ve eğer bu güven zedelenirse, en büyük suç o zaman işlenmiş olur.
“Adalet, yalnızca yasa önünde eşitlik değil, aynı zamanda vicdan önünde hesap verebilirliktir.”
— Hannah Arendt
Bir Yorum Bırakın